TASAVVUF, İNSAN VE İHSAN


Allah’a hamd, Resûlüne salât ü selâm ile sözlerime başlarım.
İnsanın temel niteliği Allah’a kul olmaktır. Müslümanın önüne konulmuş hedef ise, her işinde ihsan kalitesini yakalamaktır. Tabiatıyla bu hedef, kulluğun bütün tezahürleri ve uygulamaları ile ilgilidir.
Dinimizde her alanda ulaşılması istenen kalite, ihsan kelimesiyle ifade edilmektedir. Bunun için İslâm standardının adı ve ortak terimi ihsan’dır. Bu tebliğimde Tasavvuf ve insandan çok, söz konusu ettiğim bu ihsan kalitesi üzerinde durmak istiyorum.

Her Konuda İhsan

Güzelliklerin her türlüsüne lâyık olarak yaratılmış insan, kendisinden beklenen seviye ve kalitede bir kişi olmak ve o çapta bir yaşayış ortaya koymakla yükümlüdür. Başıboş bir hayatı yaşama hakkına aslâ sahip değildir. Zira Şeddat bin Evs RA’ın rivayet ettiği bir hadisi şerifde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Allah her konuda ihsanı emretmiştir. Binaenaleyh (meşru bir sebeple herhangi bir) canlıyı öldüreceğiniz zaman güzelce öldürün. Hayvan boğazlayacağınız zaman güzelce boğazlayın. Böyle bir işe girişecek olanınız bıçağını iyice bilesin ve keseceği hayvanı rahatlatsın.” [1]

Bu demektir ki, günlük işlerden ibadetlere kadar her iş ve davranışta dinimizin aradığı kalite ihsan kalitesidir. Bu gerçeği hadisimizin ilk cümlesinde bulmaktayız: “Allah her konuda ihsanı emretmiştir.” Tabiatıyla her bir konudaki ihsan, o konunun özellik ve gereklerine göre farklı yönleri olan bir ihsandır.
İyilik yapmak mânâsı da olduğu için ihsan, kelimesi çoğu kere infak ile eşanlamlı olarak değerlendirilmektedir. Oysa infak, tasadduk kelimesi gibi daha çok maddi yardımlar ve harcamalar için kullanıldığı halde; ihsan, maddî mânevî her çeşit iyilik, güzellik ve kaliteyi ifade etmektedir.

Öte yandan ihsan, iyiliği iyi yapmak, güzel yapmak, kaliteli ve seviyeli yapmak, –günümüzün moda ifadesiyle söyleyecek olursak– standartlara uygun olarak yapmak anlamına gelmektedir. Yani müslüman infak da dahil, her işinde ihsan seviye ve kalitesini yakalamak durumundadır. Nitekim şu iki âyet-i kerime ihsanı bu çerçevede dikkatlerimize sunmaktadır:
“Gerçekten Allah, adaleti, ihsanı ve akrabâya ikrâmı emreder.” [2]
“Allah yolunda infak ediniz. Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayınız. İyilik yapınız (iyiliği iyi yapınız). Zira Allah ihsan sahiplerini sever.” [3]
“Mutlak kemaline masruftur” kaidesince, bu ayetlerdeki ihsan, her konuda aranacak ve yakalanmaya çalışılacak kaliteyi anlatmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim’de İhsan

Dinimizin her işte ve davranışta ihsan kelimesini esas kabul ettiğini Kur’anda geçen ifade ve deyimlerden de çıkarmak mümkündür. İşte birkaç örnek:
Karz-ı hasen [4], va’d-i hasen [5], belâ-ı hasen [6], üsve-i hasene [7], mev’ize-i hasene [8], ahsenu’l-hadîs [9], ahsenu’l-kasas [10], ahsen-i takvîm [11].
Yüce yaratıcı bizzat kendisi her şeyi pek güzel yarattığını [12], insanı da en mükemmel yaratılışa sahip kıldığını [13], iyi iş yapanları ya da yaptığını iyi yapanları sevdiğini [14] bildirmiştir.

Hadislerde İhsan

Hüsnü’l-İslam, hüsnü’l-belâ, hüsnü’s-senâ, hüsnü’l-hulk, hüsnü’l-kelâm, hüsnü’r-re’y ve hüsnü’s-savt gibi [15] hadislerde geçen ifadeler de hep aynı ihsan kalitesinin anlatımlarıdır. “Allah muhsindir, muhsinleri sever.” [16] hadisi bu gerçeğin başka bir delilidir.
Sevgili Peygamberimiz Cebrail AS’ın sorusu üzerine ihsânı, “Allah’a, onu görüyormuşçasına ibadet etmendir. Sen onu görmesen de o seni görmektedir.” [17] diye tarif etmiştir. Bu tarif kul-rabb ilişkisinde kulluk standardı demektir. Siz buna ister ihlâs, ister huşu’ deyiniz; anlatılacak olan hep kullukta ihsan kalitesidir.
İstanbul’un aziz misafiri Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretleri’nin rivayet ettiği bir hadisi şerifte [18] Sevgili Peygamberimiz kullukta ihsan kalitesine ulaşmanın yolunu, “Namaza kalktığın zaman, onu son namazını kılan biri gibi kıl!” buyurmak suretiyle göstermiş olmaktadır.
Bir başka hadîs-i şerifte “İslam’ı ihlâs üzere, güzel, tertemiz yaşamaya niyet ve gayret edenler için bire on ölçüsünün yediyüz katına kadar arttırılarak uygulanacağı bildirilmektedir. [19] Bu da dinimizde, ihsan kalitesine ulaşma gayretlerine getirilmiş olan teşvik tedbiri ve başlı başına büyük bir ihsan ve ikramdır.

Hz. Peygamber bir başka hadisi şeriflerinde “Allah yaptığı işi güzel (sağlam ve mükemmel) yapanı sever” [20] buyurmuştur. Hayvan kesme işinde bile bir ihsan seviyesinin bulunduğu tesbitine ilâve olarak, kefeni güzel yapmak gerektiği [21], ölüye hiçbir faydası olmadığı halde dirilerin göz zevki için mezar toprağının bile iyice düzeltilmesi tavsiyesi [22], Peygamber Efendimiz’in her şeyde güzellik (ihsan) aradığının en çarpıcı belgeleridir. Onun temiz hayatı ve uygulamaları, yani sünneti seniyyesi “üsve-i hasene” (en güzel hayat modeli) olarak her konudaki güzelliğin, sadeliğin, ve estetiğin yegâne göstergesidir.
Bütün bunlar ve bunlara ilave edilebilecek birçok ayet ve hadisten anlaşılan, müslüman işinin en belirgin niteliğinin ihsan kalitesi olduğudur. Çünkü ihsan, İslâm standardıdır.

En Güzeli Ortaya Koyma Gayreti

Müslümanın işinin ihsan kalitesine ulaşması, temelde inanç ve davranış olarak en güzeli ortaya koyma niyet ve gayretine bağlıdır. Nitekim, “Sözü dinlerler ve en güzeline tabi olurlar.” [23] ayeti, bu gerçeği genel nitelik olarak belirlemektedir. “En güzeli ortaya koyma niyet ve gayreti” hiç bir işi baştan sona, kolayına kaçarak yapma gibi tembel ve yolay bir tercih ile değil, her şeye hakkını verme, güzel yapma, en mükemmeli ortaya koyma disiplin ve sorumluluğuyla mümkündür. “Allah, yaptığı işi güzel yapanı sever.” beyanı, müslümanlıktaki iş ve kalite disiplinini oluşturmak için yeterli teşvik ve tehdid unsurlarını bir arada tutmaktadır. Zira bir işi güzel yapmak demek, “Allah’a lâyık ve rızasına muvafık” bir işi, lâyık olduğu, (yani standartlara uygun) şekilde yapmak demektir.
En güzeli ortaya koyma niyet ve gayreti, işi ehline vermek, ehli olmadığı işi üstlenmemek, üstesinden gelemediği, güzelce yerine getiremediği işi sırf bu sebeple terk etme gibi tavır alışları da beraberinde getirir. O halde müslümanı, “Sürekli mükemmele ulaşma cehdinde olan insan” diye tanımlamamız mümkündür. İşte bu cehd, standarda uygun bir hayatı yakalama yolunda ortaya konulmuş başlıbaşına bir ihsandır.

İhsanın Karşılığı

“Her şeyi kendine has özellikleri içinde en güzel şekilde yapmak” diye de ifade edebileceğimiz ihsanın elbette bir karşılığı olacaktır.
1. İhsan, zayi olmaz bir değerdir. Nitekim ayette “É Ve biz güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz” [24] buyurulmuştur.
2. İhsan, ihsanla karşılanır. Zira yine bir ayette açıkça ifade buyurulduğu gibi “İhsânın karşılığı da ihsandan başka birşey değildir” [25].
3. İhsanın ihsandan ziyade karşılığı da vardır. Allah-u Teâlâ: “Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır.” [26] buyurmaktadır.

Sonuç

İnsan en güzel varlıktır. Nitekim Allah-u Teâlâ: “Andolsun ki biz âdemoğullarını, üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır” [27] buyurmaktadır. Bu sebeple insanı insanlığından kaçmaya çağıran; yükselmesinin, insanlığı korumakla değil, ona isyan etmekle olacağını telkin eden hiç bir anlayış, bu âyette insana verildiği belirtilen “üstün izzet ve şeref” ile kabil-i te’lif değildir. Bunun için, Mevlânâ gibi bazı mutasavvıflar işe, insana insanlık şerefini hatırlatarak ve insanlıkla iftihar edilmesi gerektiğini vurgulayarak başlamışlardır.
İhsan, en güzel bir biçimde ve kabiliyette yaratılmış olan insanın, her işte ve davranışta ulaşması gerekli en üstün seviye ve kalitenin adıdır. Tasavvuf, o güzelin bu seviyeye yükselme yöntemidir. Tarikatlar da bu yöntemi değişik şekillerde uygulayan — tabirimi mazur görünüz — ruhî güzellik salonları durumundadır.

Güzellik salonlarına gitmeden de güzel olmak elbette mümkündür. Ancak işin uzmanları eliyle bilinçli ve kontrollü bir şekilde bu işi gerçekleştirmek herhalde daha isabetli bir yoldur. Ancak unutulmamalıdır ki, tasavvuf bir makyaj değildir. Bir disiplin bir eğitim ve bir tezkiyedir. Amacı, isteyenleri ihsan kalitesine eriştirmek, “hasüne islâmuh” denilecek bir noktaya getirmeye çalışmaktır.

Burada her arınmanın tasavvuf olmadığını da unutmamak gerekir. Arınma ancak, dinin ahkâmına uymayı hedeflerse tasavvuf olur Tasavvuf, İslâm bağından ve sorumluluğundan kurtularak keyfince yaşama serbestliğine kavuşma anlamında asla değerlendirilemez. Yaşayışı din tarafından kuşatılıp temizlenmemiş kişiler –iddiaları ne olursa olsun– mutlak bir yanılgı ve kalite kusuru içindedirler.
“İnsanı ihsâna ulaştırıcı her usûl denenmeye, her el öpülmeye, her yol yürünmeye, her önder takip edilmeye, her gayret takdir ve teşekküre değer.” diye düşünüyorum.
Saygılarımla

Prof. Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN
Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi
12. 11. 1994 – Eskişehir

NOTLAR:

[1] Müslim, Sayd 57; Ebû Dâvûd, Edâhî 11, Tirmizî, Diyât 14; Nesâî, Dahâyâ 22, 26, 27; İbn Mâce, Zebâih 3; Dârimî, Edâhî 10
[2] En-Nahl (16), 90
[3] El-Bakara (2),195
[4] Bk. el-Bakara (2), 245; el-Maide (5), 15; el-Hadîd (57), 11
[5] Bk. Tâhâ (20), 86
[6] Bk. el-Enfâl (8), 171
[7] Bk. el-Ahzâb (33), 21; el-Mümtehine (60), 4, 6
[8] Bk. en-Nahl (16), 125
[9] Bk. ez-Zümer (39),23
[10] Bk. Yusuf (12), 3
[11] Bk. et-Tîn (95), 4
[12] Bk. es-Secde (32), 7
[13] Bk. et-Tîn (95), 4
[14] Bk. el-Bakara (2), 195; el-Maide (5), 93
[15] Bk. Concordance, I, 467
[16] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid V, 197 (Taberâni’den naklen)
[17] Müslim, Zikr 37; Ebû Davud, Edep 60; Tirmizî, Hudud 3; Kur’an 10; İbn Mâce, Mukaddime 17; Ahmed b. Hanbel, II, 252, 296, 500, 514
[18] Ahmed b. Hanbel, V, 412; İbn Mâce, Zühd 15; Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübra, I, 370; Yorumu için bk. İ. L. Çakan, Eyüp Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis, s. 75-78, (Marifet Yayınları, İstanbul, 1990).
[19] Bk. Müslim, İman 205
[20] Bk. Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, II, 286, 287
[21] Bk. Nesâî, Cenâiz 37
[22] Bk. Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, II, 287
[23] Ez-Zümer (39), 18
[24] Bk. Yusuf (12), 56
[25] Er-Rahman (55), 60

İnsanlar…


İnsanlar vardır başkaları için yaşarlar, insanlar vardır başkaları sayesinde yaşarlar,
İnsanlar vardır sorun olurlar, insanlar vardır çözüm olurlar,
İnsanlar vardır ümit kırarlar, insanlar vardır ümit verirler,
İnsanlar vardır dert üretirler, insanlar vardır deva üretirler,
İnsanlar vardır şikayet ederler, insanlar vardır şükrederler,
İnsanlar vardır yük olur, insanlar vardır yük taşır,

İnsanlar vardır, gelip geçerler hayatımızdan, kimi hiç iz bırakmaz ardından, kimi hafifçe okşar ruhumuzu, kimi de hüzün bırakır ardından…
İnsanlar vardır, usulca sokulurlar içimize, sonsuzcasına orada kalsın isteriz. Bazıları serap gibidir, yokluğunda hayalleridir gerçeğimiz…
İnsanlar vardır, su gibi aziz, su gibi duru, seni sana olduğun gibi yansıtan, konuştukça akarlar kalbimize, Kan gibi, Can gibi, Canan gibi…
İnsanlar vardır, ışığı sönmüş yıldızlar gibi çaresizdirler, keşfedilmeyi bekleyen nice deryalar gibi, açtın mı kollarını, kalbine doldururlar ışığı…
İnsanlar vardır, soğuk duvarlar misali, gülümsemezler, tebessümün bir sadaka olduğunu ve sıcaklığını bilemezler, bilseler de sevmezler…
İnsanlar vardır, gelip geçerler hayatımızdan, kimi depremlerle gider, kimi fırtınalarla,

Aynı havayı soluyan, aynı sıkıntıyı yaşayan, aynı sevince ortak olan insanlardan biri dert küpü olur çıkar, diğeri bilgi küpü…

İç dünyalarında düğümlenir bütün iş…
Afâki âlemden kopup gelen her mâlûmat, her olay, her keyifiyet, bizim ruh dünyamızı, zihniyet dünyamızı, gönül iklimimizi nasıl ve neye göre biçimlendirip işlettiğimize göre dönüşür, değişir.

Ben kalanlardan yanayım, gitmeyenlerin kadrini, sadakatini ve sabrını severim, sarılıp bırakmayanların sıcaklığını…

İnsanlar, toplum bunalımda mı?


Cinayetler, iftiralar, komplolar, tezgahlar, suçlamalar artmış durumda.
Kimi ekonomik nedene bağlıyor kimi, iktidar hırsına, kimi gücü kaybetmemek
için! Bahaneler çok ve çeşitli!

Ama ne nedenle olursa olsun sonuçta toplumda; mutsuz, huzursuz, gergin,
sinirli insanlar çoğalıyor.

Tatminsizlik, huzursuzluk; her yerde, her kesimde var.

Peki kim mutlu kim mutsuz bunu belirlemek çok zor. Biri için önemli olan
diğeri için önemsiz olabiliyor.

Öylesine ki; ya bunun içinde insan üzülür mü sorusunu birçok kişi sorar.
Ancak kendisi için sorun olan konu olunca bak benim ne sorunlarım var diye
serzenişte bulunabiliyor..

Günümüzde iş ve özel hayatındaki sorunlarla baş eden, gerçekten mutlu olan
kaç insan var? Sorunlarımızı çözemediğimizde uzman yardımı şart peki ama
kime? Psikoterapi mi ilaç mı? Hangi durumlarda başvurulmalı? En önemlisi
iyileştirir mi?

Psikologlar çözüm için meslek yasalarının çıkmasını beklerken, kendisine
yaşam koçu, medyum, astrolog diyenler psikoterapi yapmayı sürdürüyor. Peki
psikoterapi nedir? Ne işe yarar? Kimler psikoterapi almalı? Hangi
durumlarda başvurulmalı? İyileştirir mi?

Psikoterapi sözcüğü Eski Yunanca dan geliyor. Ruh, can, nefes anlamında
psyche sözcüğü ile iyileştirme, tedavi anlamlarına gelen therapia
sözcüğünün birleşiminden oluşuyor. Psikoterapi, terapist ve hasta
arasındaki ilişkiyi temel alan, konuşma üzerinden giden bir iyileştirme
yöntemi. Psikolojik rahatsızlıklar ve duygusal zorlukları tedavide
kullanılır.

Esas amacı rahatsızlık veren belirtileri kontrol etmek veya ortadan
kaldırmak olan psikoterapide, hastanın daha işlevsel olması amaçlanır.
Bununla birlikte psikoterapi dengeli, sağlıklı hissetmek ve anlamlı bir
yaşam sürmek maksadı ile de başvurulan bir yoldur.

Günlük yaşam zorlukları, tıbbi hastalıklar, sevilen bir yakının kaybı,
psikiyatrik rahatsızlıklar, travma gibi problemlere yardımcı olmak için
psikoterapi kullanılır. Kişinin genel hayatını eskisi gibi işlevsel olarak
sürdürmesine engel olabilecek herhangi bir durum psikoterapiye başvurmak
için geçerli bir neden. Her etnik gruptan, birçok farklı sosyo-ekonomik
kesimden, farklı yaşlardaki kadınları ve erkekleri etkiler. Bu
rahatsızlıklar kişinin düşünme yetisini, duygularını, davranışlarını ve
problem çözme yetisini bozabilir. Bireyin okulda veya işteki günlük
yaşamını etkileyebilir, ailesiyle veya arkadaşlarıyla olan ilişkilerini
ciddi boyutlarda bozabilir. Kişi, her zamankinden farklı hissettiğinde
psikologla veya psikiyatrla görüşebilir.

Kriter, kişinin stresin üstesinden gelip gelemediği. Yaşanılan zorlukları
mutlaka kendi başına çözmesi gerektiğine inanmak kişiyi psikoterapiye
başvurmaktan alıkoyabilir. Hayat kalitesinde bozulma, ilişkilerde
zedelenme, iş performansında kötüleşme başlayabilir. Kişi yaşadığı
ızdırabla başa çıkabilmek için madde ve alkol kullanımına yönelebilir.
Hatta problemlerin devam etmesiyle kişi kötüye uyum yapar, kayıplarının
farkına bile varmadan kötüleşen hayat tarzına alışabilir.

Profesyonel destek almanın önündeki diğer bir etken damgalanma korkusu. Bu
korkunun etkisinde uzmana başvurduğu için toplum tarafından
garipseneceğini düşünür. Psikoterapi veya ilaç tedavisine başlasalar bile
önerilen tedaviyi uygulamaktan kaçınır. Bu da çok iyi sonuç alınabilecek
sorunların zamanla kronikleşip daha ağır hale gelmesine sebep olur.

Günün Sözü; İnsan kendi kendinin doktoru olmalıdır.
Prof. Dr. Nurullah Aydın

İNSAN’A KİM, NASIL BAKIYOR?


İnsan nedir sorusu tarih boyuna hep sorulmuştur. Sorulmaya da devam ediyor.
Soran da insan, sorulan da insandır.
Peki ama nasıl oluyor da insan canlı varlıklar içinde kendisi ile yanı aynı anatomik yapıya, özelliklere sahip olan insana farklı bakıyor?
İnsanın insana, farklı bakmasının temelinde ne var?
Birçoğu insan insandır, der.
Oysa çoğu, insan insandır deyip geçemiyor çünkü herkes insanı insan olarak görmüyor.

İnsanların toplumdaki konumlarına göre insan tanımı da değişiyor.
Siyasetçiler için bir insan; bir oydur.
Ondan daha ötede bir anlamı yoktur. Seçimlerde sandığa girecek tek bir oy sahibidir.
Ticaret yapanlar için insan; bir alıcı demektir. İnsanoğlunun ruhu ve bedeni, kaygıları, acıları, sevinçleri onları ilgilendirmez. O sadece bir alıcı, tüketicidir.
Şirketler için insan; aklı çelinecek, bir malı almaya yönlendirilecek bir potansiyel alıcıdır.
Borsacılar için insan; bir alıcı, bir satıcıdır.
Dinler açısından insan; o yaratılmış kuldur.
Totaliter rejimler için insan; sürüden biridir.
Doktorların çoğu için insan; bir hastadır, bir vakadır.
Yargıçlar ve savcılar içinse insan; sanık, mağdur veya tanıktır.
Askerler için insan; bir erdir. Ölmeye ve öldürmeye elverişli bir makinedir.
Mezar kazıcıları için insan; bir mevtadır.
Televizyoncular için insan; rating birimidir.
Gazeteciler için insan; bir haber kaynağıdır.
Futbol takımları için insan; bir taraftardır.
Fahişeler için her insan; bir müşteridir.
Futbolcular için insan; topa vuran bir aygıttır.
Modacılar için insan; giydirilecek bir bedendir.
Mutasavvıflar için insan; bir ruhtur.
Tarikatlar için insan; eğitilmesi gereken ham varlıktır.
Cemaatler için insan; kullanılması gereken araçtır.
Mafya için insan; vurulacak bir gövdedir.

Oysa insan; bunların hem hepsidir hem de başlı başına hiçbiri değildir.
İnsan bunların tümünden daha anlamlı, daha karmaşık, daha öte bir şeydir.
Ama bu kavrayış, hümanizmin önde olduğu dönemler için geçerli.

İnsanı bir tek özelliğine indirgemeden onu bütünüyle anlamaya çalışmak,
tarih boyunca sanatın bir numaralı işlevi oldu.

Ama o da toplumdan yavaş yavaş kovuluyor.
Dolayısıyla düşünen insanlar ne olduklarına kendileri karar vermek zorunda.
Toplumsal çarkın, yapının bir vidası mı yoksa ruhuyla, bedeniyle bir insan mı?

Günün Sözü: İnsan kendisinin de insan olduğunu anlamalı ve bilmelidir.
Nurullah AYDIN