İFRAT ve TEFRİT Arasında Müslüman Şahsiyeti


TANIM 

İfrat; Aşırılık, taşkınlık, ölçüyü kaçırma, mübalağa anlamlarındadır. Herhangi bir konuda ortalamanın üstüne çıkarak haddi, ölçüyü aşarak sınırları zorlamak, ölçüyü aşma, aşırı davranma, taşkınlık göstermedir. Olumlu ve olumsuz anlamda en uç noktalardır. Bir işte, sözde veya davranışta haddi aşma, pek ileri gitme, aşırı olma durumudur.

Tefrit ise: Çizginin yetersiz ucunda kalan kısımdır. Kelime olarak, ortalamanın, yani vasatın çok altında kalmak, geride kalmak, normalden aşağı olmak gibi manalara gelmektedir.

Ezcümle ifrat bir şeyin haddini aşmak, tefrit ise bir şeyin hakkını vermemek, ihmal etmek demektir. İfrat ve tefrit, aşırılık ve hamiyetsizlik makbul olmayan, dinimizin nazarında hoş karşılanmayan davranış biçimleridir. Makul olan itidal üzere orta yollu hareket etmektir.

İslam bizlere güç ve enerjiyi yerli yerinde kullanmayı ve haddi aşmamayı tavsiye eder. Böyle davranmaya ise itidal denir. İtidal; Ölçülü ve dengeli olmak, vasatta yani orta yolda bulunmak, istikamet çizgisinde olmak demektir. Adalet kelimesi ile aynı kökten gelen itidal, sözlükte, “bir şeyi yerli yerinde yapmak, iki uç arasında orta yolu tutturmak, kıvam ve denge hali” gibi anlamlara geliyor.

İfrat ve Tefrit Konusunda örnekler verecek olursak;

  1. Kibirlenmek ifrat, aşırı tevazu (temellük) da tefrittir. Tevazu ise vasattır. Kendinden aşağı olanlara karşı tevazu göstermek iyi ise de, bunun ifrata kaçmaması, yani aşırı olmaması gerekir. Aşırı olan tevazua temellük denir. Temellük, ancak üstada ve âlime karşı caizdir. Başkalarına karşı caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Temellük, Müslüman ahlakından değildir) buyuruldu. (İ. Maverdi)
  2. Hazret-i İsa’yı aşırı sevmek ifrat, sevmemek tefrittir. Hazret-i İsa’ya Allah ve Allah’ın oğlu diyen Hıristiyanlar ifrattadır, onu sevmeyen, anasına iftira eden Yahudiler ise tefrittedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

“Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin (“melekler Allah’ın kızlarıdır” diyenlerin) sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.” (Tevbe 30)

“Yahudiler, hahamlarını; Hıristiyanlar da rahiplerini ve İsa’yı rab edindiler. Hâlbuki ancak tek ilaha kulluk etmeleri emrolundu.” (Tevbe 31)

“Meryem’e büyük iftira edip Allah’ın elçisi İsa’yı öldürdük dedikleri için, (Yahudileri) lanetledik.” (Nisa 156)

  1. Hazret-i Ali’ye de aynı aşırılığı gösterenler vardır. Hazret-i Ali’yi sevmeyen hariciler [Yezidiler] tefrit ehlidir. Hazret-i Ali’ye peygamber veya ilah diyen ibni Sebeciler ifrat ehlidir. Ehl-i sünnet ise, Hazret-i Ali’yi kendi bildirdiği gibi, Resulullah efendimizin bildirdiği gibi sever, bu ise vasat yoldur. Hazret-i Ali anlatır: Resulullah bana buyurdu ki:

“Ya Ali, Sen İsa gibisin! Yahudiler, ona düşman oldular. Mübarek annesi Meryem’e iftira ettiler. Hıristiyanlar da, Onu aşırı yükselttiler. Ona yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar.” (İ. Ahmed)

Hazret-i Ali bu hadis-i şerifi haber verdikten sonra, (Benim yüzümden iki aşırı grup insan helak olur. Birisi, beni aşırı severek, bende olmayan şeyleri bana takarlar. Ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftira yaparlar) buyurdu. Bu hadis-i şerifte, hariciler, Yahudilere; İbni Sebeciler de, Hıristiyanlara benzetilmiştir.

  1. İdarecinin elemanlarına sert davranması ifrattır, hiç ilgilenmemesi de tefrittir. Maiyete ne sert, ne de yumuşak davranmalı, orta yolu takip etmelidir! Maiyete karşı fazla yumuşak davranılırsa, laubali olurlar. İşler ciddiyetle yapılmaz. Sert davranılırsa, âmirden nefret ederler.
  2. Bir kimseyi aşırı sevip bütün sırlarını ona vermek ifrattır. Arkadaşına sevgisini belirtmemek, her şeyini ondan gizlemek de tefrittir. Düşmanlıkta da aşırı gitmek ifrattır. Dostlukta da ve düşmanlıkta da aşırı gitmemelidir. Peygamber efendimiz buyurdu ki:

“Bir kimseyi günün birinde aranızın açılabileceğini hesaba katarak sev. Buğzettiğine de günün birinde dost olabileceğini düşünerek buğzet.” (Tirmizi)

  1. Kaderi inkâr etmek tefrit, suçu kadere yüklemek de ifrattır. Mutezile, (İnsan kendi kaderini kendi çizer) diyerek, Allah’ın takdirini inkâr eder. Cebriye de, (İnsan kaderine mahkûmdur. Allah her işi zorla yaptırır) diyerek suçu kadere yükler. Vasat olanı ise Ehl-i sünnetin itikadıdır.

İmam-ı a’zam, hocası imam-ı Cafer-i Sadık’a, (Allah (cc), insanların istekli işlerini, onların arzularına bırakmış mı) diye sordu. O da, “Allah (cc), yaratmak ve her istediğini yapmak büyüklüğünü kullara bırakmaktan münezzehtir. Ancak cebir de yoktur. Yaratmayı kullara bırakmak da yoktur. İkisi arası olagelmektedir.” buyurdu.

Yani, hayır şer, Allah (cc) yaratması iledir. Sevap ve günah işlemek, kulların ameline, yani insanın irade-i cüziyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb yani bir şeyi yapmayı istemek kuldan, yaratmak Allah’tandır. Allah (cc), insanlara zorla günah işletmediği gibi, bunu tamamen onların arzusuna da bırakmaz. Bu işler ikisi arası olagelir.

  1. Cimrilik tefrit, israf ise ifrattır. Cömertlik ise vasattır. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

“Harcarken, ne israf, ne de cimrilik ederler; ikisi arasında bir yol tutarlar.” (Furkan 67)

  1. Tembellik tefrittir, acele ise ifrattır. Tembellik, şimdi yapılması gereken bir işi geciktirmek, daha sonraya bırakmak demektir. Hadis-i şerifte,

“Tesvif eden [hayırlı iş yapmayı sonraya bırakan] helak olur.” buyuruldu. (Berika) Acele edip düşünmeden o işi yapmak ise ifrattır. Acele edende gevşeklik ve bezginlik hasıl olur. Hayırlı bir işin olması için acele eden, gecikince, bezginliğe, ümitsizliğe düşer. Dua eder, hemen duasının kabul olmasını ister. Duası gecikince duayı bırakır, maksudundan mahrum kalır. Acele edenin ihlası, takvası bozulabilir. Şüpheli şeylere, hatta haramlara dalabilir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Acele şeytandandır.) (Tirmizî), (Acele eden hata eder.) (Beyhekî)

  1. İnsan bir şeye kızabilir. Bunun da ifratı ve tefriti vardır.

Öfkenin aşırı olmasına saldırganlık denir. Saldırgan kimse, hiddetli olur, kendine ve başkasına zarar verir, bu hâl, küfre götürebilir. Hadis-i şerifte, “Öfkenin ifratı imanı bozar” buyuruldu. Öfkenin lüzumlu olanına şecaat (kahramanlık, yiğitlik), lüzumundan az olmasına da korkaklık denir. Şecaat orta yoldur. Şecaat halindeki öfke iyidir. İmam-ı Şafiî, “Şecaat gereken yerde, korkan kimse, eşeğe benzer” buyurdu.

Kur’an-ı kerimde buyuruldu ki: “Kâfirlere ve münafıklara sert davran.”(Tevbe 73),

“Ashab-ı kiram kâfirlere karşı çetindir.”(Fetih 29)

Düşmanlara karşı korkaklık caiz değildir. Korkarak kaçmak, Allah (cc)’ın takdirini değiştirmez. Korkak kimse, karısına, kızına karşı gayretsizlik ve hamiyetsizlik gösterir, onları koruyamaz. Zillete ve zulme boyun eğer, hainlik yapanı görünce susar.

  1. Çok yemek ifrattır, gerekenden az yemek tefrittir. İhtiyaç kadar yemek vasattır. Hadis-i şerifte, (Çok yiyip içmek hastalıkların başıdır) (Dâre Kutni) buyuruldu. Dayanamayan kimsenin açlık çekmesi de caiz değildir. Açlık çekmenin tahrimen mekruh olması, buna dayanamayanlar, bedenine ve aklına zarar verecek olanlar içindir. Çünkü kendini tehlikeye düşürmek haramdır. Açlığın da tokluğun da zararı bulunduğu için, yiyip içmekte, aşırılıktan kaçmak, orta yolu tutmak gerekir.
  2. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek ifrattır. Havf, Allahtan korkmak, reca da Allah’ın rahmetini ümit etmek demektir. “Allah’ın rahmetinden ancak sapıklar, kâfirler ümit keser.”(Hicr 56) Allahtan korkmayıp rahmetini garanti bilmek de tefrittir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Her istediğini yapıp, rahmete kavuşacağını ümit eden ahmaktır.”(Tirmizî) Vasat yol ise ikisi arasında olmaktır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Havf ve reca (korku ile ümit) arasında bulunan mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.”(Tirmizî)
  3. Çok uyumak ifrattır, gerekenden az uyumak tefrittir. İhtiyaç kadar uyumak vasattır.
  4. İbadet yapmakta da ifrat tefrit olur. Az ibadet etmek tefrittir. Gece gündüz hep ibadet etmek de ifrattır. Gücünün yetmediği şekilde ibadet etmeye çalışmak, mesela geceleri hiç uyumadan namaz kılmak, gündüzleri hep oruç tutmak ifrattır, aşırı gitmektir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) geceleri mübarek ayakları şişesiye kadar ibadet yapar, namaz kılardı. Hatta bir defasında Hazret-i Âişe (ra): “Yâ Rasûlallah! Neden bu kadar kendini yıpratıyorsun? Senin geçmiş ve gelecek günahların bağışlanmamış mı?” diye sorduğunda Allah Resulü (s.a.v.): “Allah’a daha çok şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermişlerdi. Fakat Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu ibadeti tahammül sınırları içinde yapıyordu ve hiçbir zaman Onun (s.a.v.) bu gece ibadeti, sabah namazını ihmal etmesine de, ailesini ve ev halkını ihmal etmesine de, insanları ihmal etmesine de neden olmazdı. İşte takvâ da tam burada başlıyordu.

Fakat bu sünneti ihya edeceğim diye gece nâfile namaz kılmaya ağırlık veren birisi, bu yüzden yorgun ve bitkin düşer ve sabah namazını ihmal ederse, eşini ve çocuklarını ihmal ederse, misafirlerini ihmal ederse, sağlığını ihmal ederse dinde aşırı davranmış olur ve Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) de karşısında bulur.

  1. Bir kimseyi aşırı sevip, bütün sırlarını ona vermek ifrattır. Arkadaşına sevgisini belirtmemek, her şeyini ondan gizlemek de tefrittir. Düşmanlıkta da, aşırı gitmek ifrattır. Dostlukta da ve düşmanlıkta da, aşırı gitmemelidir. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Bir kimseyi günün birinde, aranızın açılabileceğini hesaba katarak sev. Buğzettiğine de günün birinde dost olabileceğini düşünerek buğzet.”(Tirmizi)
  1. Kaderi inkâr etmek tefrit, suçu kadere yüklemek de ifrattır. Mutezile, “İnsan kendi kaderini kendi çizer” diyerek, Allah’ın takdirini inkâr eder. Cebriye de, “İnsan kaderine mahkûmdur. Allah her işi zorla yaptırır” diyerek suçu kadere yükler. Vasat olanı ise Ehl-i sünnet itikadıdır.

İmam-ı a’zam, hocası imam-ı Cafer-i Sadık’a, “Allah (cc), insanların istekli işlerini, onların arzularına bırakmış mı) diye sordu. O da, “Allah (cc), yaratmak ve her istediğini yapmak büyüklüğünü kullara bırakmaktan münezzehtir. Ancak cebir de yoktur. Yaratmayı kullara bırakmak da yoktur. İkisi arası olagelmektedir) buyurdu. Yani, hayır ve şer, Allah (cc)’nın yaratması iledir. Sevap ve günah işlemek, kulların ameline, yani insanın irade-i cüziyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb, yani bir şeyi yapmayı istemek kuldan, yaratmak Allah’tandır. Allah (cc), insanlara zorla günah işletmediği gibi, bunu tamamen onların arzusuna da bırakmaz. Bu işler, ikisi arası olagelir.

Konuyu Ayet ve Hadislerle İzah Edecek Olursak;

Allah Kur’an’da “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram saymayın. Ve aşırı da gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez”(1) buyuruyor.

“Ey Mü’minler! Allah’ın size helal kıldığı temiz şeyleri bırakarak ve zühd için bunlardan uzaklaşarak, “bunları kendimize haram kıldık” deyip bu leziz nimetlerden kendinizi mahrum etmeyiniz.” Taberi, İkrime’nin şöyle dediğini rivayet eder: “Peygam­ber (s.a.v)’in Ashabından bazı kimseler kendilerini iğdiş ettirmek, et yemeyi ve kadınlarla münasebeti terk etmek istediler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.”(2) “Helal olanı harama gitmek suretiyle, Allah’ın sizin için helal kıldığı sınırlan geçmeyin. Çünkü Allah sınırı geçenlere buğzeder. İslam, insanları ifrat ve tefritten uzak ve dengeli olmaya çağırır.”(3)

“Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki…(4)” ayetinde geçen ve “Orta yolu tutan” diye tercüme edilen “Vasat” kelimesi hakkında Taberi şöyle diyor: “Buradaki “Orta yol”’dan maksat, iki uç tarafın ortası demektir. Müslümanlar dinlerinde orta yolu tutmuşlardır. Onlar ne Hıristiyanlar gibi ruhbanlıkta aşın gitmişler ve Hz. İsa hakkında, Râblık derecesine çıkaracak sözler söylemişler ne de Yahudiler gibi Allah(cc)’nın kitabım değiştirerek kendilerine gönderilen Peygamberleri öldürerek ve rablerini yalancı çıkararak isyana düşmüşlerdir. Bilakis Müslümanlar, itidali muhafaza etmişler, ifrat ve tefritten kaçınmışlardır.

Dinde aşırı gitmekten sakının. Çünkü sizden öncekiler dinde aşırı gitmekle helâk oldular” buyurmuştur.(5) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir diğer hadislerinde ise, “Orta yolu size tavsiye ederim. Çünkü her kim çok ince eleyip sık dokumaya kalkarsa din onu yener” buyurmuştur.(6) Nitekim “Biz Kur’an’ı sana zahmet çekesin diye indirmedik”(7) buyuran Kur’an, diğer bir âyetinde; “Allah size kolaylık diler; zorluk dilemez.”(8) buyurur. Bediüzzaman Hazretleri de “Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.”(9) ayetinin sırrınca, dinde “teklif-i mâlâyutak” (kişinin yapamayacağı şeyi ona yükleme) olmadığına dikkat çeker.(10)

Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) bu ayetleri, şu hadisiyle tefsir eder: “Din kolaylıktır. Asla kimsenin dine gücü yetmez. Her şeye güç yetireceğim diyen, mağlup olur. O halde doğru olanı takip edin ve orta yolu elden bırakmayın. Yapabileceğinizi ve devam edebileceğinizi yapın. Müjdeleyin ve imrendirin. Kolaylaştırın. İbadet ve çalışmalarınıza sabahları, öğleden sonraları ve seher vakitleri devam edin. Verimi sağlayın.”(11)

Enes (ra) şöyle anlatır: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mescide girdiğinde, iki direk arasında gerilmiş bir ip gördü. “Bu ip nedir?” diye sordu. Ashab-ı Kiram:“O ip, Zeynep bint-i Cahş’ındır. Yorulduğu zaman ona tutunur” dediler. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (s.a.v.):“Onu çözünüz. Namazı zevkle kılınız. Yorulduğunuz zaman da yatıp uyuyunuz” buyurdu.(12)

Enes (ra) yine şöyle anlatmıştır: Üç kişilik bir grup Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ibadetinden sordular. Kendilerine anlatılınca, azımsayarak şöyle dediler: “Peygamberin (s.a.v.) yüce mevkiinden kendimize bakacak olursak biz neredeyiz? O’nun geçmiş ve gelecek günahları bile bağışlanmıştır.” Onlardan birisi: “Ben geceleri hep namaz kılacağım ve hiç uyumayacağım.” dedi. Diğeri: “Ben bayram günlerinden başka tüm seneyi oruçlu geçireceğim ve hiç ara vermeyeceğim” dedi. Öbürü: “Ben de kadınlardan ayrı bir yere çekileceğim ve hiç evlenmeyeceğim” dedi. Rasulallah Efendimiz (s.a.v.) gelince bunları çağırttı ve dedi ki: “Şöyle şöyle konuşanlar sizler misiniz? Haberiniz olsun; Allah’a and olsun ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınızım ve sizden daha çok takva sahibiyim. Fakat ben bazen oruç tutar, bazen ara veririm. Geceleri namaz da kılarım, istirahat için uyurum da. Benim sünnetim budur. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”(13)

*Ebu Muhammed Abdullah b. Amr b. El-As (ra) anlatır: “Benim yaşadığım sürece gündüzleri oruç tutacağım ve geceleri ibâdete kalkacağım” dediğimden Rasulallah (s.a.v.) haberdar olmuştu. Bana: “Bu sözü söyleyen sen misin?” buyurdu. Ben: “Evet yâ Rasûlallah, doğrudur.” dedim. Rasulallah (s.a.v.):“Böyle yapma. Bazen oruç tut. Gecenin bir kısmında uyu. Gecenin bir kısmında namaza kalkman yeter. Şüphesiz cesedinin senin üzerinde bir hakkı vardır. İki gözünün senin üzerinde bir hakkı vardır. Eşinin senin üzerinde bir hakkı vardır. Misâfirlerinin senin üzerinde bir hakkı vardır. Her ayda üç gün oruç tutman sana yeter. Zira sana her iyiliğin on misli sevabı vardır. Bu üç günlük oruç yıl orucu gibi olur” buyurdu. Ben: “Ey Allah’ın Resulü, benim daha fazlasına gücüm yeter!” dedim. Resûl-i Ekrem (s.a.v.):“O zaman Allah’ın Peygamberi Hz. Dâvûd (as) orucunu tut. Üzerine fazlalaştırma” buyurdu. Ben:“Dâvud orucu nedir?” dedim. Resûl-i Ekrem (s.a.v.):“Yılın yarısında tutulan oruçtur. Bir gün oruç tutar, bir gün yersin” buyurdu. Ben: “Bundan daha fazlasına gücüm yeter” dedim. Allah Resulü (s.a.v.):“Bundan daha faziletli oruç yoktur. En faziletli oruç Dâvûd orucudur” buyurdu. Abdullah (ra) yaşlandıktan ve güç ve kuvvetten düştükten sonra derdi ki: “Keşke ben Resûlullah’ın (s.a.v.) tavsiye ettiği üç günlük orucu kabul etmiş olsaydım. Bana ailemden de, malımdan da daha sevimli olacaktı. Fakat heyhât! Şimdi çok geç!”(14)

Hazret-i Âişe (ra) validemiz anlatmıştır: Yanımda sohbet ettiğim bir kadın vardı. Rasulallah (s.a.v.) odama girince; “Bu kimdir?” buyurdu. Ben: “Falan kadındır.” dedim ve kadının namazlarından bahsetmeye başladım. Nihâyet Resûl-i Ekrem (s.a.v.):“Yeter!” dedi. “Güç yetirebildiğiniz kadar yapın. Allah’a and olsun ki, Cenâb-ı Hak sevap vermekten usanmaz; nihâyet siz usanırsınız.”(15)

Dilediğini dosdoğru yola ileten Allah, bu cümleden olmak üzere Müslümanları da “vasat bir ümmet” yapmıştır. “Sırât-ı müstakîm”in, “her türlü eğrilik, aşırılık ve sapıklıktan uzak, dosdoğru, adaletli, ölçülü, ılımlı ve dengeli bir yol, bir inanç ve yaşama biçimi” anlamına geldiği ifade etmiştik. Vasat ümmet de aynı şekilde “ifrat ve tefritlerden korunarak inancında, ahlâkında, her türlü tutum ve davranışlarında doğruluk, dürüstlük ve adalet çizgisinde kalmayı başaran dengeli, sağduyulu, ölçülü, insaflı ve uyumlu nesil, toplum” anlamına gelir. Buradaki “vasat” kelimesi, “hem maddî ve bedensel tutkulara kapılmaktan, zevk ve sefahate dalmaktan hem de bedensel ve dünyevî İhtiyaçları büsbütün reddederek bir tür ruhbanlık hayatına kendini kaptırmaktan korunan” şeklînde de açıklanmıştır.(16)

Ebu Davud’un rivayet ettiği hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v), “İtidal, teenni, hal ve gidişi iyi olmak peygamberliğin yirmi dört kısmından bir kısımdır”  buyurmuştur.

Kur’an’da müminlerin “vasat bir ümmet” kılındığı haber verilmektedir.(17) Her ne kadar “vasat” kelimesi dilimizde “ne iyi, ne kötü; orta halli” anlamında kullanılmaktaysa da, burada bir anlam kayması mevcuttur. Zira Kur’an dilinde “vasat” kelimesi “her şeyin en hayırlısı ve efdal olanı ” anlamına gelmektedir.(18)

Hâce Ubeydullah hazretleri, “Beni Hûd suresi yaşlandırdı”(19) hadisini şöyle izah etmiştir: “Rasulallah Efendimiz (s.a.v), Hûd suresinde ”Sana emredildiği gibi istikamet üzere ol“(20) hitabına muhatap olduğu için böyle buyurmuşlardır.

İtidal bu güzide ümmetin vasfıdır. İtidal üzere olmak onun özelliklerindendir. Bu hususta Rabbimiz Kur’an -ı Kerim’de: “Sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Resulün de sizin üzerinizde bir şahit olması için, sizi orta (dengeli) bir millet kıldık.”(21) buyurur.

İmam Gazali (r.aleyh) istikamet halini şöyle izah eder: ”İstikamet ise; ilâhî emirler yerine getirilirken ifrat ve tefrite düşmeden sabit bir halde dengede gitmektir.” İstikamet, bizzat kendisi için olduğu gibi; başka bir hedef için de olabilir. İstikamet hâlinin bizzat hedefe alınması önemlidir; çünkü o, tefrika yani eşya ile meşgul olma tehlikesinden kurtulup cem’ yani kalbi hakta toplama makamına yükselmeye bir vesiledir.”(22)

İstikamet çok zor bir iştir. Çünkü o, bütün eylem, durum ve sözde orta yolda istikrarlı olmak demektir. Öyle ki yapılan her iş gerektiği kadar olmalı; haddi aşmamalı, ifrat ve tefritten uzak olmalıdır. Bu kaideye binaen, ‘İş istikamettedir, keramet ve olağan üstü gösterilere itibar edilmez’ denilmiştir.”(23)

Ebu Said el-Hudri, Resulullah’ın, ayette zikredilen “Sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık.” ifadesini, “Biz sizi, adaletli bir ümmet kıldık.”(24) şeklinde izah ettiğini rivayet etmiştir.(25)

İnsanların hareketlerinde, davranışlarında ve icraatlarında ortaya çıkan ifrat ve tefrit durumlarını şu şekilde açıklayabiliriz;

Akıl kuvvetinin ifratı “cerbeze” (şeytani düşünce); tefriti “budalalık”; itidâli ise “hikmet” (iyi, güzel, isabetli ve faydalı düşünce)’dir. Gazab kuvvetinin ifratı “tehevvür” (aşırı kızgınlık); tefriti “korkaklık”; itidali ise “şecaat” (cesaret)tir. Şehvet kuvvetinin ifratı “fücur”; tefriti karşı cinse “soğukluk”, itidâli ise “İffet’”tir. Hikmet, şecaat ve İffet’in bulunduğu yerde de Adalet’in bulunması tabiidir. İşte bu ruh kuvvetlerinin itidâl durumu (hikmet, şecaat, iffet ve adâlet) faziletleri; ifrat ve tefrit hâli ise reziletleri (rezil olma durumu) ortaya çıkarır. Dolayısıyla güzel ahlâkın kaynağı bu dört fazilet, kötü ahlâkın kaynağı da bu faziletlerin ifrat ve tefriti olan reziletlerdir. Bir Müslüman’ın en önemli ahlâkı görevi de ruhunu bu faziletlerle süslemekten ibarettir.

Tevazu da bir fazilettir. Tevazu alçak gönüllü olmak demektir. Tevazuda aşırıya gitmek insanı zillete, aşağılığa sürükler. Tevazudan uzaklaşmak ise insanı kibirli olmaya, benliğimizin bu kötü huy tarafından sarılmasına sebep olur. Şu halde Müslüman kişi davranışlarında itidâl (orta yol) fazilet ve güzel huyların, ifrat ve tefrit (aşırılık veya bir şeyin yokluğu) ise rezilet ve kötü huyların çıkmasına sebep olmaktadır.

Allah (cc) insanı yarattıktan sonra ona gazabı ve şehveti verdi. Gazab ve şehvetin orta hali yani itidali olduğu gibi, ifrat ve tefriti de vardır. Allah (cc) itidali emretti. Şehvetin ifratı yani haram tarafı hırs, oburluk, yüzsüzlük, riyadır… Tefriti ise cimrilik, yaltaklanma, hasettir… Ortası, yani itidali cömertlik, haya, sabır, zarafet, kanaattir. Haram olanlar helale tebdil etmedikçe tevbelerimiz kabul olmaz.

Gazap da böyledir. İfratı böbürlenme, kızma, sövme, kibir, husumet, kindir. Tefriti alçaklık, hamiyetsizlik, sabırsızlıktır. Ortası ise kerem, cesaret, tahammül, vakar ve merhamet sahibi olmaktır.

Gazap kuvvetinin itidal (dengeli) hâline şecaat denir. Şecaatten; cömertlik, darda kalanlara yardım, kinini tutma, sözünde durma gibi güzel huylar ortaya çıkar. Gazabın ifrat (aşırı) derecesinden; kibir, kendini beğenme, aşırı kızgınlık ve benzeri kötü huylar ortaya çıkar. Gazabın tefrit (noksan) ve gevşek derecesinden ise; düşüklük, zillet, korku ve içe kapanıklık meydana çıkar. Gerçi, bu derecede insan, gerekli hakkını alır, fakat genelde zillet hâli yaşar.

İmam Gazali (r.aleyh)’de bu vasıfları şöyle dile getirir; “Bil ki; hikmetin ifrat(aşırılık), tefrit(noksanlık) ve ikisinin ortasında denge hâlleri vardır. Hikmet deyince, övülen denge hâli kastedilir.”

Hikmet sıfatı dengede olunca ondan, tedbir, parlak düşünce, amellerin incelikleri ve nefsin gizli afetlerini tanıma konusunda güzel anlayışlar ortaya çıkar. Hikmetin ifrat hâlinden; hile, aldatma, kurnazlık ve benzeri huylar ortaya çıkar. Hikmet noksan olunca, dalgınlık, cahillik, ahmaklık ve delilik ortaya çıkar. Hikmet, sâlikin ifrat ve tefritten uzak durup gayret ve teslimiyeti birleştirerek amel etmesidir.

Şehvet kuvvetine gelince, onun itidal(dengeli) hâline iffet denir. İffetten, cömertlik, sabır, vera (şüpheli) şeylerden çekinme, insanlara yardım ve kimsenin elindeki mala göz dikmeme gibi güzel huylar ortaya çıkar.

Şehvetin ifrat (aşırı) hâlinde, hırs, mala ve keyfine aşırı düşkünlük gibi kötü huylar ortaya çıkar. Onun tefritinde ise, haset, küfür, kınayıp ayıplama gibi kötü huylar ortaya çıkar.(26) Saldırganlık ve korkaklık zemmedilmiş, yerilmiş; cesaret ise övülmüş bir ahlâk olarak görülmüştür. İsraf ve cimrilik de kınanmış, cömertlik ise övülmüştür. Saldırganlık ve cimrilik ifrat, korkaklık ve israf tefrit, cesaret ve cömertlik ise orta yoldur. Müslüman orta yol (vasat) üzere bulunur. Aşırılıklara, taşkınlıklara temayül etmez.

Zaruri ihtiyaçlardan fazla harcamak; şeriatın haram ettiği şeylere yönelmek, nefs ve şehvetin isteklerini yerine getirmek, gaflet ve saygısızca harcamak ifrat derecede bir israftır. Kulluk görevini yerine getiremeyecek kadar vücudun zaruri ihtiyaçlarını kısmak da tefrit sayılacak bir israftır.

Şu halde, güzel ahlâkların temeli, hikmet, şecaat, iffet ve her birisinin mükemmel hâli olan adalettir. Diğer bütün güzel ahlâklar, bu dört ahlâka bağlıdır.

Davranış ve sözlerdeki aşırılıklar, taşkınlıklar insanlar arsındaki sevgiyi, dayanışmayı ve kaynaşmayı olumsuz etkilemekte, cemiyeti birbirine karşı yabancılaştırmakta, hatta düşmanlıklara, huzursuzluklara sürüklemektedir. Sözün, işin, davranışların, kısacası ahlâkın en güzeli itidal ortamında oluşur. Saldırganlık ve korkaklık halinin arasında, cesaret denilen övgüye layık, makbul ahlâk zuhur eder.

Şeytan, insana hayırlı ameli terk ettiremezse, onu fazla veya eksik yaptırarak ameli zayi etmek, sahibini zarara sokmak ister. Ölçü Kur’an ve sünnetin istediğidir. Ölçü ve denge unsurunun en gerekli olduğu yer kabul ve ret, sevgi ve nefret olduğu halde, maalesef en çok bozulup kaybolduğu yer de burasıdır. Zira diğer bütün değerlendirmeler bunlara bağlıdır. Her şeyde ölçü ve dengeyi getiren müberra dinimiz, bu hususta da Fahri Cihan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in lisanıyla açık ve kesin çizgileri çizmiştir: “Sevdiğiniz şeye karşı aşırı gitmeyin, belki bir gün nefret edersiniz. Buğzettiğinizde de aşırı gitmeyin, belki bir gün seversiniz.”

Burada Habib-i Edip (s.a.v.)’in dikkatimizi çekmek istediği nokta şudur: Sevgide kapıları ardına kadar açıp hiçbir mahremiyet bırakmamak ve fıtrî zaafları hesaba katmamak; nefrette de bunun tam aksine gönül kapılarını tamamen kapamak ve bir daha açmamak üzere kilitlemek, ilahi iradenin gelecekteki takdirini peşinen reddetmektir.

Yani bir insanın şu andaki hali hakkında belirli bir kararın ve kanaatin sahibi olmak demek, şahsın geleceğini aynı çizgide tutmak veya öyle olacağını söylemek demek değildir. Böyle bir tutum adeta ilahi iradeyi ipotek altına almak olur ki, bu noktada insanoğlu irade ve güç sahibi değildir. Zaten içinde bulunduğu olayların altından kalkamayan aciz ve nakıs insanın, bütün bunlara karşılık, geleceğe hükmetmesi mümkün değildir. O halde insanın, ifrat ve tefritten şiddetle kaçınıp itidal sahibi olmasından başka çıkar yolu yoktur.

ALLAH DOSTLARINA SEVGİDE İTİDAL

“Eğer gerçek müminler iseniz Allah’a ve Resulüne itaat edin”(27) Allah (cc) Hazretlerinin insanoğluna lütfettiği en önemli nimetlerden biri de akıldır. İnsanı diğer canlılardan ayıran bu özellik sayesinde iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan ayırt ederiz.

Bu ayrışmayı yaparken bazen aşırı muhabbet ve sevginin bir getirisi olarak Mürşidimi öveceğim diye onu olmadık sıfat ve hallerle anlatmak, Peygamber ve sahabe ile kıyaslamaya kalkılır. Unutulmamalıdır ki, Hz. İsa’ya aşırı muhabbet davası yüzünden Hıristiyanlar onu Allah’ın oğlu, parçası, sağ kolu diyerek haddi aşmışlardır. Bu ümmetin içinde de dengesiz sevgi yüzünden çokları zarar etmiştir.

Hâlbuki akıl sahibi bir mü’min bilir ki, hiçbir veli peygamberden üstün değildir. “Allah dilediklerini kendisi için seçer ve O’na yönelenleri hidayete erdirir.”(28) ayeti bu konuda esastır. İmam Kurtûbî: Allah (cc)’nın dilediklerini ilim, imâmet, güzel anlayış ve fazla mülk için seçeceğini belirtmiştir.(29)

“Allah (cc), kulları arasından bazılarını özel olarak seçmiştir.”(30) bu seçilenler Allah’ın Peygamberleridir. Onları diğer insanlardan ayıran birçok özellikleri mevcuttur. İlahi mesajın sonuncusu Kur’an-ı Kerim, son elçi de Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimizdir. Efendimiz (s.a.v), Rabbani âlimleri: “Âlimler peygamberlerin vârisleridir.”(31) buyurarak kendisine varis saymaktadır. Hadisinden de anlıyoruz ki bütün Rabbanî âlimler, Efendimizin manevî yükünü taşımakta, ümmetin manevî terbiye işini yürütmektedirler.

Öyleyse onların her biri, Allah rızası için ve Rasulallah (s.a.v)’in hatırına sevilmeye, övülmeye layıktırlar. Mademki sevgileri Allah’ın Resulünün hatırınadır. Öyleyse onları hatırına sevilecek olan Peygamber ve sahabesiyle kıyas yapmak aklın bir ürünü değil, olsa olsa nefsin ve şeytanın tuzağıdır.

Ancak insan tabii olarak, terbiye ve sohbetine katıldığı bir arifin hukukunu korumada, onu sevip tanıtmada, güzel hallerini yaymada öncelikli davranabilir. Ama bu, taraf tutma ve taassup olmamalıdır. Esasen bu durum, şahit olduğu bir güzelliği herkese duyurma gayretidir.

İnsan sevgide sınır koyamayabilir. Bu yüzden kendi üstadını, hocasını, mürşidini övmek isterken, bir başka salih insanı, kâmil mürşidi karalama, yaralama, yalanlama yoluna gitmemelidir.

İmam Şa’rânî (k.s) demiştir ki: “Herkes, mürşidinin kâmil ve mükemmel olduğuna, irşadının ve manevî nasibinin onun elinde bulunduğuna, bu yönüyle kendisi için mürşidinin tek olduğuna itikat etmelidir.“(32)

Fakat bu itikat müridi diğer mürşitlerin hürmetini çiğnemeye, kıymetini düşürmeye götürmemeli. Bütün ehlullah Allah (cc)’nın askerleridir. Allah onları vasıta ederek kullarını hidayete sevk eder. Onlar, Rasulullah’ın (s.a.v) âlidirler. O’nun sünnetini yaşar ve yayarlar.

Mürşid-i kâmiller, bütün insanlığa rahmettirler. Ayrılığa, fitneye ve kısır çekişmeye âlet edilemezler. Her mümin onları sever, sevmelidir. Ona minnet ve hizmet, diğerlerine kalben muhabbet edilmelidir. Senin mürşidin şöyle, benimki böyle çekişmesi boş bir iştir ve sonu zararlıdır.

Bütün bunlarla birlikte, mürşidi kâmili övme ve sevmede ifrata gidilmemeli. Her şeyin haddi bilinmeli. Kulların hâlini en iyi bilen, dilediğine dilediğini veren, alçaltan ve yükselten Allah (cc)’dır. Bütün nebi ve velilerin sultanı, beşeriyetin efendisi Rasulallah (s.a.v) Efendimiz bu konuda önümüze zât-ı âlîsi için bile şu ölçüleri koymuştur:

“Hıristiyanların İsa b. Meryem’i bâtıl yere methettikleri (ve ilâh derecesine yükselttikleri) gibi beni yükseltmeye kalkmayın. Ben ancak bir kulum. Bana: ‘Allah’ın kulu ve Resulü.’ deyin.”(33)

“Ey insanlar! Sözünüzü dikkatli söyleyin. Sakın şeytan sizi boş şeylere sevk etmesin. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed ve Allah’ın Resulüyüm. Vallahi sizin beni Allah’ın yücelttiğinden daha yükseğe çıkarmanızı sevmem.”(34)

Hz. Peygamber’i (s.a.v) sevindirecek olan, Onun edebiyle edeplenmek ve sünnetini ihya etmektir. Ölçü de budur.

İrşatla görevli veliler de, kendisine tâbi olanlardan övgü değil Cenâb-ı Hakk’a güzel kulluk isterler.

Hak adamının en faziletli ameli Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir. Bir şahsı ve şeyi Allah (cc)’nın sevdiğinden daha fazla sevmeye ve övmeye çalışmak hak olmadığı gibi, O’nun yücelttiğini küçük düşürmek de zulümdür. Birisi ifrat, diğeri tefrittir. Her ikisi de haramdır. Bu konudaki itikadî ölçüler, hem velileri sevenleri hem de onları tenkit edenleri kapsamaktadır. Çünkü sevgide ifrata gidip Allah dostlarını ilâh gibi gören veya peygamberden üstün görenler olabilir. Bu kişinin  şirke düşmesine, dinden çıkmasına sebep olabilir.

Aynı şekilde, Allah dostlarına gereken hürmeti göstermeyip onlara hakaret eden, haklarını çiğneyen, haksız yere kalplerini inciten kimseler de Allah’ın gazabına uğrar. İnançları dolayısıyla imanı tehlikeye düşer. Böylece her iki grup da haddi aşmış olur. Birisi aşırı ve ölçüsüz muhabbetin, diğeri ise gaflet ve cehaletin kurbanıdır artık.

Ehlullah hakkında, İmam Rabbanî’nin (k.s) şu şahitliğine kulak verelim:

“Allah dostlarını sevmek, Allah’ın en büyük nimetlerinden birisidir. Cenabı Hak’tan, bu sevgide istikamet istenmelidir. Bu büyüklere bağlılık sebebiyle elde edilen az bir şey, aslında çok kabul edilmelidir. Zira o, az değildir.“(35)

Ölçülü ve dengeli olmak tahmin edildiği kadar kolay olmayabilir. Hatta denilebilir ki insan için en zor olan şey ölçülü ve dengeli, yani itidal üzere olmaktır. Hele de belli konularda değil, bütün hayatta ölçülü ve dengeli olmak çok zor olduğu kadar, aynı zamanda kemâl ifadesidir. Bu bakımdan önümüze çıkan herkesten itidal üzere olmalarını beklemek beyhude olur.

Fakat bütün bunlara rağmen insanoğlundan beklenen, ölçülü ve dengeli olmasıdır. Düşüncesinde, fikrinde ve davranışlarında ölçülü ve dengeli olması beklenen tek varlık da insandır.

Hiç şüphesiz her işin ifratı da tefriti de yasaktır. Dengesiz her davranış sevimsizdir. Her sözü hak olan, Allah ve Resulü ‘dür. Diğer herkesin sözü ve hâli onların koyduğu ölçüyle değerlendirilir. Hiç kimsenin helal olan bir şeyi haram yapma veya haram olanı helaldir diye savunma yetkisi yoktur.

İlahî edep ve hakları tam olarak yerine getiren herkese Allah (cc), nefsini tanımaya ve onun ayıplarını görmeye özel bir ilim verir. Kendisine güzel ahlak ve edepleri tanıtır. Onu, basiretle hakları eda etmeye muvaffak kılar ve kendisini bütün bu hususlarda derin bir anlayış sahibi yapar. Allah (cc)’nın ve halkın haklarına ait hususlarda hiç bir şey ondan gizli kalmaz.

Demek ki, bütün noksanlık ve kusurlar, nefsin çirkinliğinden, onun temizlenmeyip bozuk sıfatı üzere kalmasından kaynaklanıyor. Bu sıfattaki bir nefis insanın içinde bulunduğu sürece, o kimse bir ifrata bir tefrite giderek zalimlik yapar. Hakka karşı görevlerini tam yapamaz; halkın hakkını yer, hukukunu çiğner. Çeşitli hikâyeler, öğütler ve nasihatler bu sıfattaki bir nefiste fazla tesir yapmaz. Bu durumda nefis, üst taraftan içine su akıtılıp alttaki boşluktan akıp giden bir kuyuya benzer. Fakat nefis, takvaya sarılır ve dünyaya muhabbet etmeyip zühd sahibi olursa, Allah (cc)’nın Tevfik’i ile kendisinden hayat suyu kaynar, ince ve derin anlayış sahibi olur. Hak olanı bilir, hakları yerine getirir ve gerekli edepleri tam olarak koruyabilir.”(36)

Rehberimiz ve örneğimiz (s.a.v)’in yemesi-içmesi, giyinmesi, oturup-kalkması, konuşması, aile hayatı, insanlarla muaşereti, cihadı, ibadeti, tebliği… Bütün hayatı gönül ikliminde çiçek çiçek açan rahatlatıcı bir denge, bir itidal ortamı sergilemektedir. O’nun izi üzere yürüyen tüm muttakiler ve vârisi olma şerefine ermiş rabbanî âlimler, Allah dostları da O’nun ahlâkıyla ahlaklanmış, her türlü taşkınlık ve aşırılıktan uzak, dengeli bir hayat yaşamışlardır. Çevresindekilere nebevî birer örnek olmuşlar, kıyamete kadar da olmaya devam edeceklerdir.

KAYNAKÇA

  1. Maide/87
  2. Taberi,II,514
  3. Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, II,140.
  4. Bakara -143
  5. Câmiü’s-Sağîr, 2/1582;
  6. Câmiü’s-Sağîr, 3/2706;
  7. Tâhâ Sûresi, 20/2;
  8. Bakara Sûresi, 2/185;
  9. Bakınız: Bakara Sûresi, 2/286; Talak Sûresi, 65/7; En’am Sûresi, 6/152; A’râf Sûresi, 7/42; Mü’minûn Sûresi, 23/62;
  10. Mektûbât, s. 73;
  11. Nesâî, Îmân, 28;
  12. Nevevî, R. Sâlihîn, 146;
  13. Nevevî, R. Sâlihîn, 143;
  14. Nevevî, R. Sâlihîn, 150;
  15. Nevevî, R. Sâlihîn, 142.
  16. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş,Kur’an Yolu,I,142
  17. Bakara -143
  18. Lisânu’l-Arab,VII,428
  19. Tirmizî, nr. 3297; Hâkim, el-Müstedrek, 2/343; Ebû Nuaym, el-Hilye, 4/35; Taberânî, el-Kebîr, nr. 5804.
  20. Hûd -112.
  21. Bakara -143
  22. Gazali,Hak Yolun Esasları,223
  23. Şeyh Şafi,Reşahat,459
  24. Tirmizi, K.Tefsir el-Kur’an sure 2,bah:7,Hadis No: 2961
  25. Taberi,Tefsir,1,359
  26. Gazali,Hak Yolun Esasları,204
  27. Enfâl -1.
  28. Şûrâ -13
  29. Kurtûbî, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an, VII, 30
  30. İbnu Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, VI, 532, VII, 183; Kâsimî, Mehâsinü’t-Te’vîl, XIV, 4985
  31. Ebû Dâvûd, İlim, 1; Tirmîzî, İlim, 19; İbnu Mâce, Mukaddime, 17; Dârimî, Mukaddime, 32
  32. Şârânî el-Envâr, II, 95
  33. Buhârî, Enbiyâ, 48; Ahmed, Müsned, I, 23; Dârimî, Rikak, 68
  34. Ahmed, Müsned, III, 241; İbnu Kesîr, el-Bidaye, VI, 47
  35. İmam Rabbanî,Mektubat,142.Mektup
  36. Sühreverdî, Avarif, 441-442. (Trc: 571)

4 thoughts on “İFRAT ve TEFRİT Arasında Müslüman Şahsiyeti

  1. Yazın yöntemin itibariyle gayet derli toplu, akademik hassasiyetlere özen gösterilmiş bir çalışma olmuş.
    İfrat ve tefrit kavramları etrafındaki derin tahlil gayet açıklayıcı. Aslında mesele en nihayetinde “sağa sola sapmadan adam gibi kul olun”a geliyor. Fakat en mühin sapkınlığın olma ihtimali olan Allah’ın veli kulları meselesi biraz sıkıntılı. Bu şahsıyetlere -ki ben böyle bir imyiazlı grubun olduğuna inanmıyorum- lüzumundan fazla önem verilmiş gibi geliyor. İslamın içinde böyle bir imtiyazlı ruhban grubunun olduğu inancı ifrat ve tefrit uçlarının hak görünmesine neden oluyor.

  2. Geri bildirim: İfrat ve tefrit » 08 Olay | En Güncel Artvin Haberleri Artvin İçin Görüyoruz, Artvin İçin Yazıyoruz

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.